31 Temmuz 2014 Perşembe

Londra - 3. Gün



Güne otelimizin kahvaltısı ile başlıyoruz. Genelde yurtdışında otel seçerken kahvaltı dahil olanları seçmeye çalışırım. Çünkü uyanır uyanmaz kahvaltı etmeyi sevenlerdenim. Çıkıp bir yer aramak bana göre değil.



Bugünkü turumuza kahvaltının ardından British Museum'a doğru yürüyerek başlıyoruz. Müzeye giriş ücretsiz. Müze o gün 10'da açıldığından yarım saat kadar içerde beklşyoruz. 


 Ben müzenin mağazalarına şöyle bir göz attım. İçerdeki bölümlerle ilgili olarak her yaşa göre hediyelik var. Müzeyle ilgili bir sürü de yayın. Hatta müze girişinde Türkçe hariç her dilde müze bilgilendirme kitapçığı var.










Müze açılınca en üst kattan başlayarak gezmeye başlıyoruz. Herkes tam tersini yapıyor. İyiki de öyle yapmışız üst katları sakin sakin geziyoruz.






 Ama alt katlara inince nasıl bir kalabalık anlatamam. Değil eserlere yaklaşmak uzaktan fotoğrafını bile çekemiyorsunuz. Böyle olunca bize sıkıntı basıveriyor.


Babil'in İştar Kapısı Berlin'deki Bergama Müzesinde bulunuyor. Gerçektende çok görkemli. Tören yolunda bulunan aslan kabartmalarını ise hem Berlin'de hem İstanbul Arkeoliji Müzesi'nde hem de Londra'da görmek kısmet oldu. Böylece ülkemizde bulunması gereken tarihi eserlerin nasıl dünyanın dört bir yanına dağıldığını da anlamış oldum. Ama şu da bir gerçek ki Bergama Müzesi süper bir müze,nasıl korunuyor o tarihi eserler hayran kalırsınız. Her noktada güvenlik var. Bizde maalesef bu şekilde korunabileceğini düşünemiyorum. Ayasofya Müzesi bile o kakar eski ve önemli bir yapı ki, bilim adamlarına göre içeriye bile belli sayıda insan girmeliymiş. Çünkü duvarlardaki çizimler en ufak bir nemden bile etkileniyormuş. Ama ne gezer içeri oluk oluk insan alıyorlar ne bir güzenlik ne bir uyarı. Bir uğultu bir gürültü…. 



New Oxford Street üzerinden Oxford Street'e yürüyoruz. Yolda adımbaşı gördüğümüz Pret A Manger'lardan birinde kahve molası verdik. Hem kahve hem de sandviç, salata tarzı yiyeceklerin satıldığı bir zincir Pret A Manger ve Londra'da tahmin edemiyeceğiniz kadar çok var. Kahveler 3-3,5 Pound civarı idi. Bir de Londra genelinde çoğu yemek yeme yerinde mekanda yemek ile 'to go' fiyatının farklı olduğunu gördük. Mesela kahveyi to go alırsanız 0,40-0,50 pound daha az ödüyorsunuz.




 Oxford Street, bu cadde üzerinde sayısız mağaza var. Ama inanın içimiz kaldırmadı gezmeyi. Sonuçta alışveriş için gelmemiştik Londra'ya. Ama çok methedilen çay mağazası Fortnum Mason'u gezmeden edemezdim. Buraya ulaşmak için New Bond Street'den Piccadily'ye indik.




 Mağazanın giriş katında çeşit çeşit çaylar, reçeller, bisküviler var. Ambalajları mint yeşili rengi fotoğraflardan da anlaşıldığı üzere. Gezmesi çok keyifliydi. Bize Jubileum karışımı ve Early Grey çay aldık. Bir de bir tür limon reçeli olan Lemon Curd aldık. Üst katlarda da türlü lüks ürünlerin satıldığı reyonlar var. Mumlar, sabunlar, eşarplar, parfümler vs. Aslında buranın 5 çayını çok övüyorlardı ama yanılmıyorsam kişi başı 60 pound kadar olduğunu öğrenince vazgeçmiştik. Kraliçe de 5 çayına buraya geliyormuş...



 Londra'ya gelip de bir Cath Kidston gezmeden olmazdı tabii.


Buradan otele dönüp 19:45'de başlayacak müzikal için hazırlandık.

 Yine Londra'ya gelmeden önce internetten yorumlara baktım hangi müzikale gitmeli diye. Herkesin zevki farklı tabii. Bir Disney müzikaline gitmek istemedim ne de olsa artık Türkiye'ye de geliyor bu müzikaller. Uzun lafın kısası Mama Mia'da karar kıldım. Ne de olsa müzikleri tanıdıktı ve daha çok zevk alırız diye düşündüm. Bu müzikalin de biletini online olarak önceden hallettim.

 Salon çok güzeldi.
Müzikal iki perdeden oluşuyordu. Eşim de ben de müzikali çok beğendik. Nasıl bir performans nasıl bir coşku hayran kalmamak elde değil.Hatta ilk başta hadi canım bunlar canlı söylemiyorlardır diye bile düşündüm. Ama kesinlikle iyiki de bir müzikale gelmişiz diye düşündüm ve hatta keşke başka müzikallere de bilet alsaydım dedim. Gerçi oradaykende alabilirdik ama gezmekten fırsat olmadı. Bir de keşke ingilizcem daha iyi olsaydı dedim, konuşmaları %100 anlıyabilmek için ama yine de umduğumdan daha az unutmuşum ingilizceyi.
Londra'ya gideceklere mutlaka bir müzikale gidin derim, Mama Mia'yı da şiddetle tavsiye ederim.

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Londra - 2. Gün

Uçağa yetişmek için erken kalkmaca, saat farkı derken dün gece erkenden uyuduk. Ne de olsa Londra bizi bekliyor. Ben 06:30'da otomatik olarak uyandım. 07:15'de kahvaltımızı yapıp yollara düştük.

 Otelimizin dibindeki Euston Square metro istasyonundan turumuza başlıyoruz. 08:30 gibi Tower Hill durağında inmiştik. İlk hedef Tower of London. Ama saat 9'da açılıyor. Bileti online olarak London Eye ile birlikte kombi bilet olarak aldım ve uyguna geldi. İyiki de böyle almışız bilet kuyruğuna girmeden bilet çıktımızla birlikte Tower of London'a giriyoruz.








 Tower of London açılırken anahtar merasimini de görmüş olduk.
 Kuleleri sistematik olarak sırayla geziyoruz. Şimdi tarihi bilgilerden bahsetmek istemiyorum, ansiklopedik olmaya gerek yok.



 Tower of London'dan Tower Bridge manzarası. Hayallerimdeki Londra'nın simgelerinden biri. Ama üzerinden geçmek kısmet olmadı, inşallah ikinci Londra gezisine...


 Bu da kuleleri koruduğuna inanılan meşhur Kuzgunlardan biri. Fotoğrafta tam anlaşılmıyor ama neredeyse bir kedi kadar iri.
 Bunlar da Beefeater'lar. 


 Tower of London'u 2 sate yakın gezdikten sonra sıra tekne turunda. Programımızı yaparken Tower of London Pier'den kalkan bir tekne turunu tercih ettim. Kuleden çıkınca hemen önündeki iskeleden turumuza katılıyoruz. Thames nehrindeki tur Big Ben'e kadar gidip geri dönüyor. Teknedeki rehber size nehir üzerindeki binalar hakkında bilgi veriyor.

 Nehir suları epey çekilmişti.Gün içinde tekrar yükselebiliyormuş...




Tekne turundan manzaralar

London Eye
Big Ben




Dönüş yolu




 Tower of London 'ın dışındaki hediyelik eşyalar mağazası.
 Şimdiki hedef St. Paul Katedrali, haritada yakın görünüyor ve yürümeye karar veriyoruz. Öğle tatili saatleri olduğundan iş kıyafetli insanlar çevredeki kafe ve marketlerden yemeklerini alıp buldukları yerlere oturmuşlar. Katedralin bahçesi piknik alanı gibi. Bizde bir markete girip sandviç+içecek+minik paket cipsten oluşan menüden alıp 3,50 Pound ödüyoruz.



 St. Paul Katedrali'nin bahçesi..

 Öğle yemeği molasının ardından epey bir yürüyüp Londra Müzesine geliyoruz, müze girişi ücretsiz.



Müzede Londra'nın tarihi MÖ lerden başlayıp günümüze kadar anlatılıyor. Hatta Londra'nın sonunun nasıl olacağı senaryoları bile var.





Müzeden sonraki hedef Covent Garden. 




 Burda da üzeri kapalı şirin bir çarşı var.



Disney Store hemen dikkatimi çekiyor.

Pattiserie Valerie'de bir kahve molası.İki kahve, iki pastaya 13 Pound kadar ödedik. Bu pastaneyi Londra'da bir çok yerde görebilirsiniz. Beğendik pastalarını ama Cafe Concerto daha başarılı.



 Benim gibi kırtasiye tutkunları için bir cennet Londra...

Bu fotoğraflarda Londra Transport Museum'un mağazasından maalesef müze kapandığı için giremedik. 





 Covent Garden'daki sokak gösterilerini izledik.




 Akşam yemeğimizi Fish and Chips seçeneğinden yana kullandık.
 Trafalgar Square

 Artık yorgunluktan ölüyoruz...

 Bu meydanda meşhur Piccadilly Circus meydanı.


Otelimizin önünden geçen bir otobüs bulup kendimizi otobüse atıyoruz. Saat 21'e doğru otelimize vardık...