25 Kasım 2016 Cuma

Çocukla Londra / 3.Gün

Bugün ilk hedefimiz bir outlet. Şansımıza bir de meşhur Black Friday olması sebebiyle nasıl kalabalık anlatamam. Çok iyi indirimler var ama burada harcıyacak fazla vaktimiz yok maalesef. Birçok mağazaya uğramadan çıkıyoruz...








Hava şansımıza çok güzel. Tren ile Olimpiyat parkına geldik. Dila bu gördüğünüz kuledeki, adı Arcelor Mittal Orbit, kayrıdaktan kayacak. Dünyadaki en yüksek tünel tipi kaydırak olma özelliğine sahip.

Biletimizi daha önce online olarak aldık. Kuleye sadece çıkabilirsiniz de, kaymak mecburi değil.


Asansörle kuleye çıktık daha sonra bir kat aşağı inerek Dila'yı kaydıkartan kaymak üzere bıraktım. Ona kısa bir eğitim verdiler, büyük bir çuvala girdi, kolluk vs taktılar ve o yola çıktı. Ben asansörle indim. Tabii benden hızlı indi, aşağıda beni bekliyordu...




Queen Elizabeth Olimpik Parkın yanında bir de büyük AVM var, Dila orayı da listeye eklemişti. Çünkü almak istediği bir oyun vardı ve ayrıca çok merak ettiği bir kırtasiye zinciri olan Smigg bu AVM de idi. Westfield Statford isimli bu AVM de oldukça kalabalık idi. Ve biz de oldukça yorgunduk. Elimizdeki torbaları bırakmak için bir yer aradık ama dolaplar yokmuş, 5 GBP karşılığında elimizdeki eşyaları bırakmak zorunda kaldık.
Heryerde indirim ama indirim olmayan mağazalarda bile kuyruk, mesela Dila nın almak istediği Nintendo oyununu satan mağazada indirim olmamasına rağmen mağazaya 3 kez gittik geldik hala kuyruk. Kapanışa doğru alabildik oyunu.


24 Kasım 2016 Perşembe

Çocukla Londra / 2. Gün

Dünkü yorgunluğun ardından daha geç uyanmamız gerekirdi ama turist olmak zor iş, gezecek çok yer var.
Otelimizi kahvaltı dahil seçmiştim. İlk kez yurtdışında peynir olmayan bir kahvaltı deneyimi yaşadım. Çocuklar için bir mısır gevreği standı bile vardı ama peynir yoktu. 
Bugün ilk hedef Tower Bridge. Otele fazla uzak görünmüyor, bu akıllı telefonlardaki harita uygulamaları günümüz turistlerinin hayatını acayip kolaylaştırıyor. Ben google maps i kullanıyorum, gitmeden önce görmek istediğim yerleri haritada işaretliyorum ve böylece plan yapmak daha kolay oluyor. 


Köprüde bakım olduğundan trafiğe kapanmış. 
Tower Bridge in hemen yanıbaşında ise Tower of London var. 
Yavaş yavaş köprünün kulelerine dogru ilerliyoruz. Girişte bir süre bekleyip asansörle yukarı çıktık. Ama asansörden inince birkaç katı merdivenle çıkmanız gerekiyor. O birkac kat o kadar çok geldi ki bana, çıkarken içimden iyi ki de daha fazla yaşlanmadan gelmişim diye geçiriyorum. 
Kısa bir film izlettiriyorlar köprünün yapımı ile ilgili. Daha sonrasını fotoğraflara bırakıyorum.








Köprüden ayrılıp Thames nehri boyunca yürüyoruz. Tabii arada kısa bir kahve molası da verdik. 

Tate Modern müzesinin bahçesine küçük bir Noel pazarı kurulmuştu. 
Buradan nehirde çalışan bir tekneye binip Big Ben in oradaki durağa kadar gittik, yürürüz demiştim ama epey yol varmış. 
Tate Modern


Big Ben saat kulesi(biliyorum kulenin adı değil , içindeki çanın ismi), parlemento binası ve Westminister Abbey derken adayı şöyle bir gezdik. Westmininter Kilisesinin yine içine giremedim, özel bir etkinlik için kapalı idi. Oysa izlediğim The Crown adlı diziden sonra bu yapıdan o kadar etkilendim ki, mutlaka gezmek istiyordum.

Yürüye yürüye başbakanın oturduğu Downing Street 10 numaraya geldik, başbakan sanırsam bir davet veriyordu ve evin önünde şık giyimli bir sürü bayan kuyruk olmuşlardı, bizi de 5 çayına çağırsa ne olurdu sanki.

Buradan Atlı Muhafızların bulunduğu binanın içinden geçtik ve St. James Parka geldik. Parkta görmediğim kadar çok sincap vardı hem de insandan korkmayan cinsten. Dila ile yanımızda yiyecek birşeyler olmamasına üzüldük.
Ve Buckhingham Sarayı göründü. Sarayda epey bir faaliyet vardı, parmaklıklardan bakmakla yetindik, kışın saray gezilemiyor.
Biz de sarayın mağazasını gezme ile yetindik, ben kraliyet çaylarından aldım, Dila ise kendine Kraliyet muhafızı ayıcık anahtarlıklardan. Bu mağazayı gezmesi çok keyifli, özellikle poselenlere bayılıyorum, sarayda kullanılan takımların benzerlerini buradan satın alabilirsiniz.

Sırada Hyde Partk var, Winterwonderland kurulu idi parkta, hava kararmadan biraz önce girdik ve pek kuyruk beklemedik. Giriş ücretsiz ama güvenlik kontrolü vardı. Açık havaya kurulmuş bir Noel pazarı ve türlü eğlenceleri içeren bir etkinlik. Ama bize epey pahalı geldi, oyunlar 3-5 pound arası değişiyordu. Binmek için ilginç birşey yoktu, biz de birkaç şans oyunu oynayarak zaman geçirdik. Sıcak çikolatalar o kadar güzel görünüyordu ki, ama o kadar çok tatlı yedikten sonra insanın canı tuzlu birşeyler çekiyordu. Biz de tercihimizi çin yemeğinden yana kullandık.
Parktan ayrılınca hemen önünden kalkan otobüslere binip Hamleys oyuncakçısının olduğu durağa yakın indik. Artık dermanım kalmamıştı ama gezilecek 4-5 katlı bir oyuncakçı vardı. En üst kata çıkarak gezmeye başladık... 
Gezmesi gerçekten çok keyifli, Türkiye'de bulunmayan oyuncaklar var. Her katta mutlaka bir oyuncağın tanıtımı yapılıyor. 

Bu akşam Matilda müzikaline biletimiz var, Hamleys de işimiz biter bitmez müzikalin sahneleneceği tiyatroya doğru yola koyulduk. 
Sahne kocaman, dekorlar otomatik şekilde değişiyor. Bir bakıyorsunuz zemin düz , bir bakıyorsunuz yerin altından okul sıraları çıkıyor ve bir sınıfa dönüşüyor sahne. Çocukların performansı harika. Bizimki, ülkemizde neden bu tür müzikallerin olmadığını soruyor, ben cevaba nerden başlıyacağımı bilemiyorum... 


23 Kasım 2016 Çarşamba

Çocukla Londra Gezisi / 1. Gün


Herşey Pegasus Havayollarının iki ay önceki indirim kampanyası ile başladı. Sadece bir günlüğüne tüm biletlerde %50 indirim olunca internet siteleri kilitlendi ve zor da olsa bilet almayı başardım. Aslında Stockholm bileti arıyordum ama kendimi bir anda Londra bileti ararken buldum. 2014 yazında Londra da 6 gün kadar kalmıştık ama bence Londra hala bitmemişti. Dila'nın da 23-24 Kasım tarihlerinde tatili vardı, böylece kızımla başbaşa Londra gezisi yapabilirdik.
Biletimizi alınca hemen vize işlemlerine başladık. Geçen sefer aracı bir kurumla vize başvurusunda bulunmuştuk, bu sefer kendim tüm formları online olarak doldurdum ve vize için gerekli olan kişi başı 118 USD'lik vize ücretini ödedim. Belgeleri de hazırladım ve belgelere orada katılacağımız etkinliklerin biletini de ekledim. Bunun etkili olduğunu düşünüyorum, çünkü mutlaka turistik olarak gşdşyorsanız neler yapacağınızı soruyorlar. Geriye randevu gününü beklemek kalıyordu. 
Teleperformance'ın İstanbul'daki merkezleri o gün oldukça sakindi. Yazın vize için başvurduğumuzda vizenin çıkması tahminimizden uzun sürmüş ve uçak biletimiz yanmıştı. Bu sefer erken başvurdum ama erken başvurmanın da şöyle bir dezavantajı oldu, vizenin verildiği günden itibaran 6 ay geçerli oldu. Bizim seyahatimize 1 ay vardı ve 1 aylık vize süresi geçmiş oldu. 
Vizemizi aldık ve yolculuk günümüz için çok heyecanlı idik.
Uçağımız vaktinde kalktı ve artık Londra ile aramızda 3 saatlik fark olduğundan sanki yarım saatlik yola gitmiş gibi olduk. 
Şehrin biraz dışında kalan Stansed havalimanına indik, Pegasus uçakta doldurmamız gereken formu vermediğinden bu formu alanda doldurup zaman kaybı yaşadık, önümüze bir sürü insan geçti böylece. Bu form kidisel bilgilerim yanında nerede kalacağınızı ve ne zaman ülkeden ayrılacağınızı beyan ettiğiniz bir form. Polis pasaportla beraber bu formu da istiyor. Polis klasik sorularını sordu, muhabbetimizi yaptık. 
Şehre ulaşım için yine önceden online olarak Stansted Express için bilet almıştım, evde çıktı almam yeterli idi. Alandaki yönlendirmelerle trenimizi bulduk ve Liverpool Street istasyonuna doğru yola çıktık. 
Tren yolculuğumuz 45 dakika kadar sürüyor. Liverpool St. istasyonundan çıkınca otobüse binerek otelimize vardık. 


Travelodge isimli oteller zinciri ama booking.com da yok. Ben tesadüfen almanca turizm sitelerinde gezinirken buldum bu oteller zincirini, kısa süreli kalmak için ideal bir otel. 
Kendimizi dışarı attık ve doğru Leicester Sq. A geldik, ilk hedef yeni açılan Lego Store, dünyadaki en büyük Lego mağazası imiş.





Lego Store dan sonra Nickoledion mağazası pek sıkıcı geldi bize. Bir diğer köşebaşında ise M&M world var, fiyatlar uçuk ve sadece dekorasyonunu görmek için gezilebilir bence.
Leicester Square daki parka Noel pazarı kurulmuştu, hakikaten bu işin uzmanları Almanlar diyerek geziniyoruz. Buradan sonra Byron da hamburgerlerimizi yedik, epey bir yorgunduk.
Yemekten sonra The Snowman isimli tiyatroya gidiyoruz. Bu tiyatro Noel zamanı için bir klasikmiş , konuşma yoktu ama müzikle harika destekleniyordu sanki konuşmalar beynimin içindeydi. Dila ile birşey dikkatimizi çekti, bizde tiyatroda birşeyler özellikle ambalajlı şeyler yenmez. Ama herkes birşeyler yiyordu ve sürekli hışırtı sesi geliyordu. 
Bir de tiyatro salonunun kafesinde bir sürahi su ve plastik bardaklar bulunması çok hoşuma gitti. İsteyen ambalajlı su alabildiği gibi burdan ücretsiz su da içebilirdi. Bizde bu tür mekanlarda bedava suyu bırak bir şişe suyun ne kadar fahiş fiyata satıldığı düşünülürse...
O gece otele varınca yorgunluktan sızdık.