27 Kasım 2014 Perşembe
Bilim Tüneli
18 ülkede, 30 şehirde, 10 milyon ziyaretçinin ziyaret ettiği bir sergi burnumuzun dibine kadar gelince gidelim dedik. Sergi Max Planck Topluluğunun bir sergisi ve Tübitak, Bahçeşehir Üniversitesi, Siemens, Volkwagen gibi bir çok kuruluş sponsor. Sergi Mall of İstanbul AVM'de bulunuyor. Ben 10 ve 4 yaşında iki çocukla gittim bu sergiye. Yetişkinler için 20 TL, öğrenciler için 10 TL giriş ücreti var. Öğretmenler ise ücretsiz girebiliyorlar.
Bir Alman enstütüsünün sergisi olduğunu duyunca daha çok dokun-hisset şeklinde uygulamalı bir sergi hayal etmiştim. Ama hayal kırıklığı oldu çünkü 6 etaptan oluşan sergide abi ve ablalar çocuklara görseller eşliğinde konuyla ilgili bilgi veriyorlar. Fazlacana anlatıma dayalı olunca 4 yaş çocuğu oldukça sıkıldı, 10 yaş çocuğum ise öyle çok beğenmedi…
Konular, Evren, Madde, Yaşam, Karmaşıklık, Beyin, Sağlık, Enerji ve Toplum başlıklarında toplanmış.
Dila'nın en çok termal kamera ve Legolardan oluşan micro şehir ilgisini çekti bu sergide…
Bu yapay ağaçlarda benim ilgimi çekti. Normalde ağaçlar zararlı gazları emip çevrelerine oksijen yayarlar. Bu ağaçlar ise sadece karbonmonoksit gibi gazları emiyormuş ve 2020 yılından sonra Almanya'da otoban kenarlarına yerleştirilecekmiş...
12 Ekim 2014 Pazar
3 Ağustos 2014 Pazar
Londra Son Gün ve Tavsiyeler
Hyde Park a gelmek bugün kısmet oldu. Girdiğimiz noktada Speaker Corner var. İki kişi birşeyler anlatıyor insanlar da dinliyorlar...
Hyde Park bizim için hayal kırıklığı oluyor. Nerede o filmlerdeki yemyeşil Hyde Park, nerede bu çölleşmiş park. Bizim belediyeler ne yapar eder vidanjörle bile bu parkı sularlardı diye düşünmeden edemiyoruz.
Parkın kafesinde oturup kahvelerimizi içiyoruz. Bildiğimiz park işte. Berlin'deki parklar buraya on basar ….Eşim niyetini belli ediyor, Emirates stadyumundaki maça gitmek istiyor. Bense Westfield AVM'yi görmek. İkimizde istediğimizi yapıyoruz. Ben harita elimde yürümeye başlıyorum...
Yollar çok keyifli...
Yerlerdeki bu yazılara hasta oldum.
Westfield AVM'yi bir güzel gezdim. Hep klasiktir ya da benim çevremde öyle duymuşuzdur. Marks and Spencer İngiltere de çok ucuz. Yok öyle bir şey bildiğimiz fiyatlar hatta biraz daha pahalı gibi geldi. Zatchels çantalardan almadışıma pişman oldum ama, bu çantalar hakiki deri ve el yapımıymış. Buradan çocuklara ufak tefek şeyler aldım. Ama Mothercare'in resmen Türkiye'de bizi kazıkladığını anladım. Orada indirim falan yoktu, normal etiket fiyatından aldım herşeyi. Örnek vermek gerekirse orda aldığım aynı blüz buraya yeni gelmişti ve orada 4,50 Pound olan fiyatı burada 36,50 TL idi, hemen hemen iki katı.
Bazı metro istasyonları oldukça eski ve bakımsız. Ne de olsa adamlar dünyanın ilk metrosunu kullananlardan. Metroların bazıları da yeni model havalandırmalı ama kazara eskisine binerseniz aman Allahım...
Franco Manca tesadüfen keşfettiğimiz bir pizzacı. Önünde böyle kuyruklar oluyor. İnternetten tam adresini bulabilirsiniz. Gerçektende güzel pizza yapıyorlar, tavsiye edilir...
Bu hamburgerciyi internetteki aramalarım sonunda buldum. Genelde yorumlarda Byron'un hamburgeri daha çok beğeniliyordu.Biz de test ettik ve çok beğendik. Birçok yerde şubesi var , sayfalarında menüleri de mevcut. Daha sonra instagram sayesinde Londra'da yaşayan bir arkadaş edindim. O , Byron da kullanılan etin Scotish Abergeen Angus olduğunu ve bizim ülkemizdeki etlere en yakını olduğunu söyledi. Scotish olanlar hazır yemle değil de doğal besleniyorlarmış o yüzden de etleri daha lezzetli oluyormuş. Ayrıca bu arkadaşım CakeWalk isimli bir pastane-kafe açtı Londra'da yolu düşenler için adresi 131 Richmond Road, Kingston Upon Thames Surrey KT2 5BZ London…Elif Hanım, 18 yıl boyunca Four Seasons Hotel'de çalışmış, tüm deneyimiyle şimdi kendi kafesini işletiyor...
Smiggle ise yine instagramdan Oya sayesinde haberdar olduğum bir Avustralya menşeyli kırtasiye markası. Bu mağaza da Statford Westfield AVM'de.
Statford Westfield AVM çok güzel. Cafe Concerto'nun pastalarını oradaki şubesinde denemek kısmet oldu. Tam anlamıyla harika….
Buraya kadar gelmişken Olimpiyat Parkı yürüme mesafesinde, bir gezin derim.
Biz Londra'yı çok sevdik. Karşılaştığımız tüm insanlar çok kibardı, boşuna İngiliz asaleti dememişler. Otobüs şoföründen kasiyere kadar herkes güleryüzlü idi. Bir hattın otobüs durağını bulamıyınca başka bir otobüsün şoförüne yerini sorduk. Gelin sizi durağa kadar götüreyim dedi ve tabii çok şaşırdık. Aynı olay Almanya da olsa, bak oku orada tüm bilgiler bulunuyor cevabını alırdık mutlaka. Kasiyerler her defasında nasıl olduğumuzu, günümüzün nasıl geçtiğini sordukça epey bir şaşırdık.
İşte böyle yorucu ama güzel günler geçirerek ayrıldık Londra'dan… Kimbilir belki bir gün bir daha...
Hyde Park bizim için hayal kırıklığı oluyor. Nerede o filmlerdeki yemyeşil Hyde Park, nerede bu çölleşmiş park. Bizim belediyeler ne yapar eder vidanjörle bile bu parkı sularlardı diye düşünmeden edemiyoruz.
Parkın kafesinde oturup kahvelerimizi içiyoruz. Bildiğimiz park işte. Berlin'deki parklar buraya on basar ….Eşim niyetini belli ediyor, Emirates stadyumundaki maça gitmek istiyor. Bense Westfield AVM'yi görmek. İkimizde istediğimizi yapıyoruz. Ben harita elimde yürümeye başlıyorum...
Yollar çok keyifli...
Yerlerdeki bu yazılara hasta oldum.
Westfield AVM'yi bir güzel gezdim. Hep klasiktir ya da benim çevremde öyle duymuşuzdur. Marks and Spencer İngiltere de çok ucuz. Yok öyle bir şey bildiğimiz fiyatlar hatta biraz daha pahalı gibi geldi. Zatchels çantalardan almadışıma pişman oldum ama, bu çantalar hakiki deri ve el yapımıymış. Buradan çocuklara ufak tefek şeyler aldım. Ama Mothercare'in resmen Türkiye'de bizi kazıkladığını anladım. Orada indirim falan yoktu, normal etiket fiyatından aldım herşeyi. Örnek vermek gerekirse orda aldığım aynı blüz buraya yeni gelmişti ve orada 4,50 Pound olan fiyatı burada 36,50 TL idi, hemen hemen iki katı.
Bazı metro istasyonları oldukça eski ve bakımsız. Ne de olsa adamlar dünyanın ilk metrosunu kullananlardan. Metroların bazıları da yeni model havalandırmalı ama kazara eskisine binerseniz aman Allahım...
Franco Manca tesadüfen keşfettiğimiz bir pizzacı. Önünde böyle kuyruklar oluyor. İnternetten tam adresini bulabilirsiniz. Gerçektende güzel pizza yapıyorlar, tavsiye edilir...
Bu hamburgerciyi internetteki aramalarım sonunda buldum. Genelde yorumlarda Byron'un hamburgeri daha çok beğeniliyordu.Biz de test ettik ve çok beğendik. Birçok yerde şubesi var , sayfalarında menüleri de mevcut. Daha sonra instagram sayesinde Londra'da yaşayan bir arkadaş edindim. O , Byron da kullanılan etin Scotish Abergeen Angus olduğunu ve bizim ülkemizdeki etlere en yakını olduğunu söyledi. Scotish olanlar hazır yemle değil de doğal besleniyorlarmış o yüzden de etleri daha lezzetli oluyormuş. Ayrıca bu arkadaşım CakeWalk isimli bir pastane-kafe açtı Londra'da yolu düşenler için adresi 131 Richmond Road, Kingston Upon Thames Surrey KT2 5BZ London…Elif Hanım, 18 yıl boyunca Four Seasons Hotel'de çalışmış, tüm deneyimiyle şimdi kendi kafesini işletiyor...
Smiggle ise yine instagramdan Oya sayesinde haberdar olduğum bir Avustralya menşeyli kırtasiye markası. Bu mağaza da Statford Westfield AVM'de.
Statford Westfield AVM çok güzel. Cafe Concerto'nun pastalarını oradaki şubesinde denemek kısmet oldu. Tam anlamıyla harika….
Buraya kadar gelmişken Olimpiyat Parkı yürüme mesafesinde, bir gezin derim.
Veeeee son olarak Heathrow Havalimanından Londra'ya veda ediyoruz...
Biz Londra'yı çok sevdik. Karşılaştığımız tüm insanlar çok kibardı, boşuna İngiliz asaleti dememişler. Otobüs şoföründen kasiyere kadar herkes güleryüzlü idi. Bir hattın otobüs durağını bulamıyınca başka bir otobüsün şoförüne yerini sorduk. Gelin sizi durağa kadar götüreyim dedi ve tabii çok şaşırdık. Aynı olay Almanya da olsa, bak oku orada tüm bilgiler bulunuyor cevabını alırdık mutlaka. Kasiyerler her defasında nasıl olduğumuzu, günümüzün nasıl geçtiğini sordukça epey bir şaşırdık.
İşte böyle yorucu ama güzel günler geçirerek ayrıldık Londra'dan… Kimbilir belki bir gün bir daha...
2 Ağustos 2014 Cumartesi
Londra - 5. Gün
Günlerden Cumartesi. Hedef Portobello Road. Bu seferki internet yorumları tutmadı. Genelde okuduğum kadarıyla bu bölegeye Cumartesi yani pazar kurulduğunda gidilmesi tavsiye ediliyordu. Sanki pazar çok güzel birşeymiş gibi. Yok sakın Cumartesi gitmeyin derim , nasıl bir kalabalık insan hiçbirşey anlamıyor.
Bence buranın asıl güzelliği yol boyunca sıralanan küçük dükkanlar ama inanın kalabalıktan vitrinlere bakmak ne mümkün. İyiki de Londra'ya çocuksuz gelmişiz dedirten cinsten. Pazarda ise kayda değerbirşey yok. İşte meyve suyu satıcıları, yiyecek satanlar, el yapımı bazı ürünler ve bol bol giysi(Londra Tişortları)… O yüzden bu bölgeye pazar olmadığı bir gün gelin rahat rahat gezin derim. Hummingbird Bakery'nin buradaki şubesinde cupcake yemekti planımız ama içeri girmek ne mümkün!
Bu bölgedeki turumuzun ardından Çin Mahallesine gittik.
Öğlen yemeğimizi Çin mahallesinde yedik ve buraya yakın olan Hummingbird Bakery'nin diğer şubesine geçtik.
Şiddetle tavsiye edilen Redvelvet i denedik ama öyle nesi abartılmış anlamadım. Sanırım bazı ürünlerin reklamı iyi yapılıyor ya da herkes beğeniyor diye yiyenler de beğendim diyor.
Carnaby Street ve Liberty. Bu mağazanın da içi müze gibi...
Bugünlük bu kadar yeter diyip otelimize geri döndük…Gece otelimiz civarlarında yemeğimizi yiyip dolaştık...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)