
Murat'ın çektiği fotoğraflardan
Şanser fındık bahçesinde
Çotanak
Ve yine bavul hazırlama...



Sena'nın Bergama Müzesinden sonraki ikinci müze gezisi oldu. 
Müzenin arka bahçesinde bulunan mahzenin bir zamanlar kaleye doğru bir çıkışı varmış.
Müzeden çıkıp Sokakbaşı'na doğru yürüyoruz.
Sokakbaşı'ndaki bu köşkte bir zamanlar Vesile Halalar oturmuş, Şenol Abi'de çocukluğundan hatırlıyor... Biz de evin merdivenlerinde bir hatıra fotoğrafı çektirdik.
Güner Hala'nın oğlu Mehmet Abiler bu akşam bizi yemeğe davet etmişlerdi, onlara doğru yola çıkıyoruz. Evlerinin manzarası çok hoşumuza gitti.




Pideleri en az görüntüsü kadar lezzetli idi.
Trabzon'a gidelim mi gitmeyelim mi kararsızdık, Murat ve benim oylarımla gitmeye karar verdik.
Trabzon bir kalabalık bir kalabalık, araba parketmeye zor yer bulduk. Neresini gezelim derken çarşısında bulduk kendimizi.

Almak istediğimiz minik bakırlardan da aldık en sonunda. Bedesten'i(tarihi küçük bir kapalı çarşı) de görmeden etmedik. 
Dönüş yolunda güneşin batışında Giresun Adası(Karadeniz'in tek adası) görülmeye değerdi...


Dila ve beni şehir merkezinde bırakıyorlar, ayrı takılacağız bugün. Kamil Baba, Bakırcılar Çarşısında pek dükkan kalmadığını söyledi. Bir umutla düştüm yollara, oysaki Giresun'un gezi rehberlerinde Bakırcılar Çarşısını görmeden gelme diyordu...Sora sora Bağdat bulunurmuş. Dila ile tesadüfen Şensoy ve Saatçi Sokağını bulduk, Kazancılar Yokuşunu ararken. Bugün Sena'ya babaannesi bakıyor, bakalım onların günü nasıl geçecek? 
,
Ve işte Kazancılar Yokuşu'nun başlangıcı, bakırla ilgili pek mağaza göremiyorum ama...

Ve işte kalan tek tük dükkanlardan biri, Dila ile hemen giriyoruz. Giresun'a özgü meşhur büyük tavalardan ve tava kapaklarından alıyoruz. Kapakların özelliği düz olmaları, mesela böreği ters düz ederken şekli bozulmuyor bu sayede. Aradığım minyatür bakır tencerelerden bulamıyorum, Trabzon'da bulabileceğimi söylüyorlar.
Dila ile Gazi Caddesine doğru yürüyoruz, bizimkilerle orada buluşacağız. Dila'nın saçlarını da kestiriyoruz beklerken, sıcaklarda uzun saç zor oldu.
Sena durmamış, ağlıyormuş, apar topar Düzköy'e dönüyoruz.

Dila yaylada 'Heidi' gibiydi.
Kızımıza bir de yerel kıyafet alınca 'Yerli Heidi' oldu, sanırım herkesin ona bakmasından biraz utandı.
Yayla keyfine horonla devam...
Yıllardan beri Koçkayası Tesislerini merak eder dururum, internette de yıllar sonra nihayet açılışının yapıldığı haberini okuyunca buralara kadar gelmişken bir görelim istedim. Bir ara tesisin Orman İşletmesi tarafından işletileceğini duymuştum. Ama Albayrak'lar satın almışlar.

Tesislerden kuşbakışı bir görünüm...
Yıllardan beri merak et, açıldı diye sevin, taaaa yaylalara kadar çık ve gidince gör ki henüz açılmamış ve içeri bile almıyorlar. Ben de fotoğraflarını çekmekle yetindim.

Güne güzel bir kahvaltı ile başlıyoruz, 2 gün üst üste yapılan yolculuklar hepimizi yormuş.
Kahvaltıdan sonra şehir merkezine doğru yola çıkıyoruz, hem ziyaret hem ticaret, evin eksikleri alınacak ve Giresun biraz gezilecek.

Çotanak heykelli havuzda bir hatıra fotoğrafı...



Akşama misafirimiz var. İnsanın canı mangal çekince her koşulda mangalını yaratırmış, işte Şanser icadı mangalımız. Bu arada köftelerimiz çok güzel oldu, mangal ustamızın ellerine sağlık.

